7 Mayıs 2014 Çarşamba

Nazi Almanyasında Avantgard "Öncü Sanat" Düşmanlığı

Nazi Almanya’sında Avangard Düşmanlığı

Naziler, ‘dejenere’ diye damgaladıkları modernist sanat eserlerine el koyup, aşağıladıktan sonra bir kısmını yakıp yok etmiş, bir kısmını da satıp savmışlardı. Kaybolduğu sanılan eserlerden yüzlercesinin Nazilerin sanat simsarı Hildebrand Gurlitt'in oğluna ait apartman dairesinde bulunması geçen Kasım ayında dikkatleri yeniden 1930’ların kıyımına çekmişti. Ardından Victoria & Albert Müzesi kayıp eserlere dair arşivlerinde bulunan bilgileri internet sitesinde herkesin erişimine açacağını duyurdu. Derken, popüler kültür konuya el attı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın mimarlık ve sanat eserlerini Nazi tehdidinden kurtarma girişimleri üzerine yazılan bir kitap sinemaya aktarıldı: George Clooney’nin yönettiği Monuments Men Şubat başında gösterime girdi. Oyuncuları arasında Clooney’nin yanı sıra, Mat Damon, Bill Murray ve Cate Blanchett’ın da bulunduğu film, ABD’nin kurduğu, müzecilerden ve sanat tarihçilerinden oluşan yedi kişilik bir ordu biriminin Müttefiklere önayak olarak Batı uygarlığına ait eserleri Hitler’den kurtarma çabalarını anlatıyor. 13 Mart’ta ise 20. yüzyıl başı Alman ve Avusturya sanatına adanmış bir müze olan New York’taki Neue Galerie’de, Degenerate Art: The Attack on Modern Art in Nazi Germany, 1937 (Dejenere Sanat: Nazi Almanya’sında Modern Sanata Saldırı, 1937) başlıklı sergi açıldı.
Hitler siyasete girmeden önce bir ressamdı; Viyana’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ne başvurusu iki kez reddedilmiş bir ressam. Sanat ve sanatın toplumdaki yeri konusunda gayet katı fikirlere sahipti. 1935’te Nüremberg’de topladığı kalabalıklara şöyle seslenmişti: “Sanatın misyonu pislik uğruna pislik içinde debelenmek değildir.” Hitler’e göre avangard modernizm, ‘ilkel’i temsil ediyordu, halbuki o ‘klasik’ten yanaydı. Alman kültürünü arındırma projesine sanat da dahil oldu. Hitler’in estetik ideali topluma dayatılan bir norm haline geliverdi; Goebbels’in elinde sanat, propaganda malzemesi oldu.
Naziler, ekpresyonistler başta olmak üzere, ‘dejenere’ diye niteledikleri avangard sanat yapıtlarını müzelerden topladılar. Modernizmin Alman sanatını yozlaştırmaya yeltenenlerin bir komplosu olduğu fikrini yaymaya çalıştılar. Dejenere Sanat başlıklı (Die Ausstellung "Entartete Kunst") bir gezici sergiyle 112 sanatçının 650 yapıtını önce Münih’de, sonra Berlin, Leipzig, Düsseldorf, Weimar, Halle, Viyana ve Salzburg’da dolaştırdılar. İbret olsun diye. Sergi fikri, Hitler’in gözde ressamı Adolf Ziegler ile Goebbels’den çıkmıştı. Yalnızca Münih’de iki milyon kişi sergiyi gezdi. Serginin düzenlendiği Arkeoloji Enstitüsü’nün mekânları dar ve karanlık oldukları için tercih edilmişti. Resimlerin çoğu çerçevelerinden sökülerek, asıldıkları duvarlara aşağılayıcı sloganlar yazılarak sergilendi. Hitler’in Nüremberg’de ettiği söz de bunların arasındaydı: “Sanatın misyonu pislik uğruna pislik içinde debelenmek değildir.” Aynı sıralarda yine Münih’de Hitler’in onayladığı ‘klasik’ eserlerden oluşan Büyük Alman Sanatı Sergisi(Große Deutsche Kunstausstellung) kendi inşa ettirdiği sanat tapınağı Haus der Deutsche Kunst’un ferah ve aydınlık salonlarında açılmıştı.[1] Ama ‘iyi’ sanat, ‘kötü’ sanatın ancak yarısı kadar izleyici çekebildi. Hitler’in neredeyse tek tek seçtiği eserlerden oluşan sergi, sonunda kendisi için bile bir hayal kırıklığı oldu.

Dejenere Sanat Sergisi’ne girmek için bekleyenler, Münih 1937

Dejenere Sanat Sergisi, Münih, 1937

 
Hitler ve Ziegler Büyük Alman Sanatı Sergisi için eser seçerken

 
Büyük Alman Sanatı Sergisi, Münih, 1937

Ziegler’in başında olduğu beş kişilik ekibin Dejenere Sanat için çeşitli kentlerdeki devlet koleksiyonlarından iki haftada toparladığı eser sayısı 5238 idi. Beklenenin aksine, aralarında çok az sayıda Yahudi sanatçının eseri vardı. Mesela Auschwitz’de öldürülen sürrealist sanatçı Nussbaum’un hiçbir eseri alınmamıştı. Buna karşılık, Nazi partisi üyesi Emil Nolde, Kirchner ve Beckmann ile birlikte en fazla sayıda eserine el koyulan sanatçılar arasındaydı. Onların ardından Archipenko, Chagall, Ensor, Matisse, Picasso ve Van Gogh’un eserleri geliyordu. Bunlara sonraki sergiler için başka müzelerden yapıtlar eklenecek, toplanan eserlerin sayısı 21.000’i bulacaktı. 1939’da bu eserlerin bir bölümü İsviçre’de düzenlenen bir müzayedede satışa çıkarıldı. Kalanlar, aralarında Hildebrand Gurlitt’in de bulunduğu sanat tacirleri aracılığıyla piyasaya sürüldü. Alıcı bulunamayan 7000 kadar resim imha edildi, bunlardan bir bölümü Berlin İtfaiyesi’nin önünde yakıldı. Resimlerin üçte birinin akıbeti ise bilinmiyor.

                                                           Nazilerin elden çıkardığı Van Gogh’un portresi Gallerie Fisher’de müzayedede, 1939

Neue Galerie’nin yeni açılan sergisi, 1937’deki bu eşzamanlı iki sergiden yapıtları, sadece Nazilerin dejenere diye niteledikleri sanat eserlerini değil, aynı zamanda onayladıklarını da içeriyor; parti propagandası ile filmleri de kapsıyor. Küratör Olaf Peters, 1937 sergilerinin düzenini yinelemeye girişmemiş, duvarlarda Nazi sloganları yok. Bunun yerine her iki sergiye dair bir kısa film gösteriliyor.
Serginin en büyük mekânı iki devasa triptiğe ayrılmış: bir tarafta Max Beckmann’ın zulüm karşısında umudu temsil eden gizemli ekspresyonist eseri, Ayrılış; öteki tarafta Ziegler’in kitsch resmi Dört Element’in idealize edilmiş çıplakları.[2] Nazi döneminde ‘kötü’yü temsil eden Beckmann’ın resminin uzantısında Ernst Barlach’ın bir bronz heykeli ve Nolde’nin bir resmi var. Ziegler’in “iyi’sinin tarafında ise Scheibe’nin neoklasik çıplağı ile çoktan unutulmuş olan Waterbeck’in iki Ziegler büstü yer alıyor. Ancak sanatçılar ve yapıtları her zaman kolayca iki taraftan birine yerleşmiyor; bir dolu paradoks, yer değiştirme, sapma da var. Olaf Peters’in derlediği katalogdaki yazılar bunlara değiniyor.

Max Beckmann, Ayrılış, 1932-35

Adolf Ziegler, Dört Element: Ateş, Toprak ve Su, Hava, 1937

Victoria & Albert Müzesi’nden ödünç alınıp sergilenen bir de Nazilerin sakıncalı sanat eserlerine dair tuttuğu kütük var. Açık duran sayfasında Hildebrand Gurlitt’e satılan iki Beckmann resmi listelenmiş. Eserlerin isimlerinin yanında yer alan “X” imha edilmiş, “V” satılmış, “T” ise muhtemelen kabul edilebilir yapıtlarla takas edilmiş olduklarına işaret ediyor. İmha edilen resimler sergide boş çerçeveleriyle temsil edilmiş. İçlerindeki tuvaller sökülmüş boş çerçeveler bir madende bulunmuş. Serginin en etkileyici bölümü ise özellikle sanatçıların kendi portrelerinin yer aldığı, “Yapıtların Kaderi, Sanatçıların Kaderi” adı verilen salon. Beckmann’ın 1938’de, Ernst Kirchner’in ise 1937’de yaptıkları otoportreleri serginin bağlamında sanki başlarına geleceklerin habercisi gibi okunuyor: Beckmann portresini yüzlerce resmine Naziler tarafından el konduktan bir yıl sonra, Amsterdam’da sürgündeyken yapmış, Kirchner ise kendisininkini İsviçre’de intihar etmeden bir yıl önce. Oskar Kokoschka’nın Prag’a kaçtıktan sonra yaptığı kendi portresine verdiği isim ise Dejenere Sanatçı Olarak Otoportre

19 Mart 2014 Çarşamba

Süprematizm & Kazimir Maleviç

Süprematizm

Süprematizm, soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Kazimir Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır.
Maleviç 1913'te sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır, bunu da kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç, soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikâyeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir.



Konstrüktivistler gibi sanatın faydacılığını savunmalarına rağmen onlardan ayrılan ferdiyetçi bir tavır benimsemişlerdi. Sanatçının bir mühendis ve bilim adamı olması fikrine karşı çıkarak hür bir sanatçı tipi oluşturmayı hedeflediler. Süprematistler açıçemberdikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.


Kazimir Maleviç

Kazimir Severinoviç Maleviç (Rusça:Казимир Северинович Малевич, Lehçe:Kazimierz Malewicz, Ukraynaca:Казимир Северинович Малевич,Almanca: Kasimir Malewitsch, İngilizce: Kazimir Malevich), (23 Şubat1879 – 15 Mayıs1935), geometrik soyut sanatınöncülerinden ve avangart süprematist hareketinin yaratıcısı olan ressam ve sanat teorisyeni.

Kazimir Maleviç, Kiev'in yakınlarındaki Kiev Valiliği'nde dünyaya geldi. Ebeveynleri Severyn ve Ludvika Maleviç Polonya kökenliydiler ve ressam Roma Katolik Kilisesi'nde vaftiz edildi. Babası bir şeker fabrikasında yöneticiydi. Kazimir, ailenin on dört çocuğunun birincisiydi. Bu on dört çocuktan dokuz tanesine yetişkinliklerini görebildiler. Çocukluğu boyunca Ukrayna'nın şeker pancarı yetişen pek çok farklı köyünde yaşadılar. Maleviç bu yüzden kültür merkezlerinden uzaktı. Sanat tutkusu onu çocukluğunda sarmış olmasına rağmen on iki yaşına kadar profesyonel ressamlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Köylülerin yaptığı el işlerinden, süslü duvar ve fırınlardan çok hoşlanan ressam kendisi de köylerde gördüğü stilde resimler çiziyordu. 1895-1896 yılları arasında ise Kiev'de çizim eğitimi aldı.
Siyah Kare, 1915, Yağlı boya, Rus Devlet Müzesi, St.Petersburg
p. 243.</ref> and White on White (1918). 1904'te babasının ölümünün ardından Moskova'ya taşındı. Orada Moskova Resim, Heykel ve Mimarlık Okulu'na 1904'ten 1910 yılına kadar devam etti ve Fedor Rerberg'in atölyesinde çalıştı. 1911 yılında Soyuz Molodyozhi'nin (Gençler Topluluğu) ikinci sergisine Vladimir Tatlin'le birlikte katıldı. 1912'de ise aynı grubun üçüncü sergisinde yer aldı. Aynı sene içerisinde Eşeğin Kuyruğu koleksiyonunun Moskova'daki bir sergisinde yer aldı. O günlerdeki çalışmaları Rus halk sanatlarıyla ilgilenen avangart ressamlarNatalia Gonçarova ve Mikhail Larionov'un eserlerinin etkilerini taşıyordu. 1913 Mart'ında Moskova'da Aristarkh Lentulov'un sergisi açıldı. Bu sergi Paul Cezanne'nın 1907 yılındaParis'te oluşturduğu etkinin bir benzerini Maleviç'in de dahil olduğu Rus avangart sanatçılarında gösterdi. Maleviç de diğer ressamlar gibi kübist kurallarını öğrenerek onları çalışmalarında kullanmaya başladı. Aynı yıl, ressamın sahne tasarımını yaptığı kübofüturist opera Güneşe Karşı Zafer büyük bir başarı kazandı. 1914 yılında Maleviç'in eserleri Paris'teki Bağımsızlar Salonu'nda Alexander ArchipenkoSonia DelaunayAleksandra EksterVadim Meller ve pek çok diğer ressamın eserleriyle birlikte sergilendi.
Kariyerinde çok rahat bir şekilde ilerlerken ve sanattaki bütün modaları takip ederken 1915 yılına gelindiğinde Maleviç'in aklınaSüprematizm fikrinin nasıl geldiği yirminci yüzyıl sanatının büyük gizemlerinden biri olarak kaldı. Sanatçı tüm hayatı boyunca çalışmalarını imzalarken eseri yarattığı tarihten daha erken bir tarih yazması onun sanat yaşamı kronolojisini daha da karıştırmaktadır. Eserlerinden bu dönüşümün tam zamanı belirlenemese de 1915 yılında Kübizmden Süprematizmemanifestosunu yayınladığı kesindir. 1915-1916 yıllarında diğer süprematist ressamlarla birlikte Skoptsi ve Verbovka'nın köylerinde çalıştılar. 1916-1917 yıllarında ise Karo Valesiisimli sanatçı grubuyla birlikte sergiler açtı. Süprematist işlerinin en bilinenleri Siyah Kare (1915/1913) ve Beyaz Üstüne Beyaz'dır. (1918)
1918 yılında, ressam Vladimir Mayakovski'nın oyunu Gizemli Güldürü'nün dekorunu yaptı.
Ekim Devrimi'nin ardından ressam, halkın eğitimi için oluşturulan Narkompros komisyonunun sanat bölümünün bir üyesi oldu. Maleviç'in görevi müzelerin ve anıtların korunmasıydı (1918-1919). 1919 - 1922 yılları arasında o dönemde Sovyetler Birliği bugün Beyaz Rusya sınırları içinde yer alan Vitebsk'teki sanat okulunda, 1922 - 1927'de Leningrad Sanat Akademisi'nde, 1927-1929 arasında Kiev Sanat Enstitüsü'nde, 1930'da ise Leningrad Sanat Evi'nde öğretmenlik yaptı. Süprematist teorilerini Nesnesiz Dünya isimli kitabında anlattı.
Otoportresi, 1933 (detay)
1927'de VarşovaBerlin ve Münih'i ziyaret etmesi uluslararası arenada ün kazanmasına sebep oldu. Sovyetler Birliği'ne dönerken birçok eserini bu şehirlerde bıraktı. Maleviç, Lenin'in ölümü ve Trotsky'nin gücünü kaybetmesinin ardından Sovyet otoritelerinin modern sanat hareketine karşı davranışlarının değişeceğini tahmin etti ve bu tahmininde haklı çıktı. Stalin rejimi soyut sanatın burjuvazinin sanatı olduğunu ve sosyal gerçeklikle bir ilişkisi olmadığını açıkladı. Bu açıklamanın ardından ressamın pek çok eserine el konuldu ve sanatçının soyut sanatla ilgilenmesi yasaklandı.
Maleviç'in çalışmaları Rusya'da çok uzun süre sergilenemedi. Rus resim severlere ressamın yıllar sonra tekrar tanıtılması gerekti ve ressamın kuramsal çalışmalarını anlatan ve yazılarını içeren bir kitap yayınlandı. Ukraynalı sanat severlerin araştırmaları sonucunda kesin doğum tarihi kısa bir süre önce belirlenebildi. Profesör D. Gorbaçov'un yazdığı 2006'da yayınlanan Maleviç ve Ukrayna isimli kitapta yeni birçok biyografik detay bulunmaktadır.
Maleviç 15 Mayıs 1935'te Leningrad'da kanserden öldü. Ölürken yatağının başında Siyah Kare asılıydı. Külleri Nemçinovka'ya gönderildi ve oradaki yazlık evinin yakınına gömüldü. Mezar taşına siyah bir kare içeren beyaz bir küp konuldu. Leningrad şehri annesi ve kızına bir maaş bağladı. Ressam, yayınlanmamış bir yazısında "Hiçbir şey fani değildir. Bu sadece vücutlar için değil fikirler için de geçerlidir. Bilinçli ya da bilinçsiz insanların içinde bir sembol başka bir formda yeniden doğacaktır" dedi.
Eleştirmenler Maleviç'in sanata yaşama olan sevgi ve doğa sevgisi gibi güzel ve saf olan her şeyi reddederek ulaştığını söyleyerek onunla alay ettiler. Maleviç ise bu eleştirilere karşı sanatın kimseye ihtiyacı olmadığını ve yıldızlar gökyüzünde ilk kez göründüğünden beri de bunun böyle olduğunu söyleyerek cevap verdi. Ressama göre sanat sadece kendisi için vardır ve kendisi için gelişir.